Saturday, November 26, 2022

3. Ulusal Fıtık Kongresi


S-17, sh 29. 
Kasık Fıtığı Onarımında Klasik Lichtenstein Yöntemi İle Kendiliğinden Yapışan Yamanın Karşılaştırılması  (Video sunum)
Anadol A.Z., Tezel E., Yüksel M.E., Ersoy E. 
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi A. D., Ankara 
Kasık fıtığı onarımında yama kullanımının her açıdan avantajlı olduğu bilinmektedir. Fıtık konusunda bugün için tartışma, postop. ağrı ve rekürrense odaklanmıştır. Bu çalışmada, sütür kullanmadan yerleştirilen ve kendiliğinden yapışan yamanın, klasik Lichtenstein onarımı ile karşılaştırılması yapılmıştır. 

Alzheimer Derneği



Sayı: 339 / 2001
Tarih: 2/5/2001
Sayın Mehmet Eren Yüksel,
29/4/2001 tarihinde yapmış olduğunuz üyelik başvurusu 29/4/2011 tarih ve 9/2001 sayılı Yönetim Kurulu toplantımızda incelenmiş olup Alzheimer Derneği Ankara Şubesi'ne 69 Üye No ile üyeliğinizin kabulu uygun görülmüştür. 
Bilgilerinizi rica ederim. 
Saygılarımla,
Başkan
Prof. Dr. Coşkun Sarman Y. 
Genel Sekreter
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Bingöl

Adres: Alzheimer Derneği Ankara Şubesi adına
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Bingöl
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İbn-i Sina Hastanesi
Nöroloji Ana Bilim Dalı, 6. kat, A Blok, 1225 no'lu oda
Sıhhiye 06100 Ankara
Tel: 0-312-310-33-33 / 2046

Sunday, November 20, 2022

Tıp Öğrencileri Araştırma Yarışması

Üniversitemiz Tıp Fakültesi'nin düzenlediği "Tıp Öğrencileri Araştırma Yarışması"nda Mehmet Eren Yüksel "Organ Vericilerinin Kişisel Değer ve Tutumlarının Organ Bağışına Etkileri" konulu araştırmasıyla birinci oldu. Yüksel, Doç. Dr. Sadık Ersöz'ün danışmanlığında hazırladığı araştırmada, organ bağışı kararlarında inançların etkili olmadığını, buna karşılık yakın akraba ilişkisinin önemli bir rol oynadığını tespit etti. 

Yüksel, şunları söylüyor: "Anketlere verilen cevaplara göre yaptığımız değerlendirmeler sonucunda, toplumun organ nakli hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığını saptadık. Organ vericilerinin, çevrelerinin desteğinden çok maddi desteğe ihtiyaçları olabileceğini gördük. İnançtan ziyade sosyal yakınlığın organ bağışında daha etkili olduğunu saptadık. Araştırmamızda inanç ve sosyal tutumlar ne olursa olsun, organ vericilerinin yakın akrabalarına organ bağışlamada daha istekli olduklarını farkettik. Uzak akraba, kendi ülke vatandaşlarına ve başka uluslara organ bağışlama isteğinin birbirine çok yakın olması ve bu isteğin yakın akrabalara organ bağışlama isteğinden anlamlı olarak farklı olması üzerinde durulması gereken bir noktaydı. Organ vericilerinin organlarını bağışladıkları kişi hakkında önceden bilgi sahibi olmak istediklerini ama yaş, din, cinsiyet, yaşama olasılığı gibi özelliklerin organ bağışı yapan kişinin kararını etkilemediğini saptadık. İlginç bulgulardan biri de herkesin organ alım satımına karşı olmasına karşın, organ lazım olunca büyük bir çoğunluğun organ satın almakta istekli davranmasıydı. Organ bağışına karar vermede doktorların tavsiyesinin aslında pek de önemli olmadığı, asıl önemli olanın organ bağışçısının organını bağışladığı kişiye olan yakınlığı ve empatisiydi. Organ bağışı yapanların bu kararlarından pişmanlık duymamaları ve yine bağış yapmaktan yana olmaları da önemli bir noktaydı."

ünihaber, Ankara Üniversitesi Haber Bülteni, 15-31 Ekim 2003


18. Ulusal Cerrahi Kongresi Mayıs 2012

Downhill Varisleri ve Guatr Birlikteliği PB-270

Emre Karaahmetli, Murat Akın, Mehmet Eren Yüksel, Alp Yıldız, Orhan Aslan, Orhan Bayram

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı 

 
Amaç: Downhill varisleri, özofagusun nadir görülen, etiyolojisi özofagus varislerinden farklı bir durumdur. Burada retrosternal guatr hastalığına bağlı gelişen ve doğru tanı ile tedavi edilen Downhill varisi olgusu sunulmaktadır.

Gereç ve Yöntem: 64 yaşında erkek hastada gastrit şikayetiyle başvurduğu gastroenterolojide Üst GİS endoskopisinde proksimal özofagustan başlayıp z çizgisine 6 cm kala sonlanan dört kolon halinde varisler izlendi. Hastanın olası mediastinal ve torasik patolojiler için incelenmesinde tiroid ultrasonografisi(USG) sağ ve sol lobunun retrosternal uzanım gösterdiği her ik lobda 3*5 cm lik boyutlarında izoekoik periferden kanlanan nodüller izlendi. Boyun ve toraks bilgisayarlı tomografi (BT) incelemelesinde ek patoloji tespit edilmedi.

Bulgular: Hastanın varis etiyolojisine yönelik diğer tetkiklerde patoloji tespit edilmedi. Varisler z çizgisine uzanmadığı için Downhill varisleri olarak değerlendirildi. Total tiroidektomi yapılan hastanın 1. ve 4 ay endoskopisinde varislerinde gerileme görüldü.

Tartışma ve Sonuç: İlk defa Felson ve ark. 1964 yılında yayınladıkları makalelerinde superior vena obstrüksiyonuna ikincil gelişen özofagus varislerine “downhill” varisleri terimini kullandılar. Buna göre obstrükte olan vena kavanın bypass edilebilmesi için kollateral akım oluşmakta ve özofagial venleri de içine alan kollateral akım özofagial varislere yol açmaktadır. Downhill varislerinin etyolojisinde superior vena kavanın obstrüksiyonuna yol açabilecek bronşiyal karsinom, tiroid neoplazmları, mediastinal neoplazmlar, mediastinal fibrozis, sistemik venülit, Behçet Hastalığı ve brakiyal ven trombozu gibi çeşitli nedenler gösterilmiştir. Bizim hastamızda olduğu gibi retrostrenal dev guatrlarda internal juguler venlere basıya bağlı venöz dönüşün yönü değişmekte ve Downhill varisleri oluşmaktadır. Downhill varislerinde kanama görülmesi çok nadirdir. Downhill varislerine yol açan faktörlerin ortadan kaldırılması Downhill varislerinin gerileyerek iyileşmesine yol açmaktadır. Downhill varislerindeki gerileme ve iyileşmenin üç hafta gibi kısa bir süre içinde gerçekleşebildiği bildirilmiştir.
---

Aksiller Anjiyofolliküler Lenfoid Hiperplazi (Castleman Hastalığı) PB-691

Murat Akın, Emre Karaahmetli, Mehmet Eren Yüksel, Barış Turhan, Niyazi Kanberli, Pınar Uyan Göçün

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı 

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı                        

 Amaç: Castleman hastalığı nadir görülen ve etyolojisi açık olmayan bir hastalıktır. Hastalık lenf nodu bulunan tüm bölgelerden köken alabilmekle beraber, %86 hastalık mediastende veya abdomende görülür. Bu olgu sunumunda aksiller yerleşimli Castleman hastalığı sunulmaktadır. 

Gereç ve Yöntem: 35 yaşında erkek hasta sol koltuk altında farkettiği kitle ile başvurdu. Hastanın öyküsünde 6 yıl önce sol aksilladan 3*3 cm lik kitle eksizyonu yapıldığı ve patoloji sonucunun Castleman hastalığı olduğu öğrenildi. Fizik muayenesinde sol aksillda konglomere tarzda 8*10 cm boyutunda yumuşak kıvamda ağrısız kitle palpe edildi. 

Bulgular: Aksiller ultrasonografi ve torakoabdominal tomografide aksilladaki kitle dışında ek patoloji tespit edilmedi. Hastaya nüks Castleman hastalığı ön tanısıyla aksiller diseksiyon yapıldı. Patoloji sonucu hyalen vasküler tip olarak geldi. 

Tartışma ve Sonuç: Castleman hastalığı 1956 yılında Benjamin Castleman tarafından tanımlanmıştır. Lenf nodu bulunan her yerden köken alabilen hastaların en sık görüldüğü yerler, olguların yaklaşık üçte ikisi mediastinal ve üçte biri intrabdominal bölgedir. Histopatolojik olarak hastalık hiyalin vasküler, plazma hücreli ve mikst tip olarak 3 ana başlıkta incelenir. Klinik olarak ise lokalize ve jeneralize iki ana tipi mevcuttur. Lokalize tipte cerrahi rezeksiyonla kür sağlanabilirken, jeneralize tip hastalık kemoterapi gerektirebilmekte, enfeksiyöz komplikasyonlar ve Kaposi sarkomu, lenfoma gibi malign tümör riski nedeni ile ölümcül seyredebilmektedir. Histolojik tipin belirlenmesinin ardından zaman kaybedilmeden klinik tip belirlenerek cerrahi ve adjuvan tedaviler planlanmalıdır.                                                                               ---

Memenin Nodüler Psödoanjimatöz Stromal Hiperplazisi: Olgu Sunumu PB-693

Osman Kurukahvecioğlu, Emre Karaahmetli, Güldal Yılmaz, Mehmet Eren Yüksel, Özhan Çetindağ, Aydın Yavuz, Murat Akın 

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı 

Amaç: Memenin nadir görülen benign proliferatif bir hastalığı olan psödoanjimatöz stromal hiperplazi (PASH) olgusunun klinik, radyolojik ve patolojik özellikleri sunulmaktadır. 

Gereç ve Yöntem: 40 yaşında kadın hasta, sol memede kitle nedeniyle polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde sol meme üst dış kadranda mobil, düzgün kenarlı, yaklaşık 2x1 cm boyutunda kitle palpe edildi. Yapılan mamografide sol meme üst iç kadranda düzgün sınırlı, nonlobüle, nonkalsifiye; USG’de heterojen-hipoekoik renkli doppler USG’de vasküler, 17x19 mm boyutunda solid kitle izlendi. Kor biyopsisinde hyalinize, fibrotik stroma içinde ince yarıklanmaları döşeyen iğsi hücreler izlendi. CD34 pozitif, pankeratin negatifti. Kİ-67 proliferasyon indeksi %1’in altında bulundu. Hastaya PASH tanısıyla lumpektomi yapıldı. Patolojik incelemesinde 1.5 cm çapında düzgün sınırlı nodüler lezyon izlendi. İmünohistokimyasal çalışmasında CD 34 kuvvetli boyanan, pankeratin negatif, mitotik aktivitesi olmayan lezyon görüldü. 

Bulgular: PASH, palpe edilebilir kitle veya memenin asimetrisine yol açan kitle şeklinde kendini gösterebilir. Olgumuzdaki gibi tümöral bir kitle oluşturması nadir izlenir. Klinik ve radyolojik olarak fibroadenomla, histolojik olarak filloides tümör veya düşük grade anjiyosarkomla karıştırılabilir. Mamografide sınırları belirgin, nonkalsifiye olarak görülür. Spesifik USG görüntüsü olmamakla birlikte sıklıkla heterojen hipoekoik solid kitle olarak izlenir. 

Tartışma ve Sonuç: Makroskobide, PASH, düzgün bir dış yüzeye sahip, sınırları belirgin bir kitle şeklindedir. Hemoraji veya nekroz yoktur. Mikroskopide vasküler yapıları taklit eden iğsi hücrelerle döşenmiş, düzensiz yarıklanmalar izlenir. Vasküler proliferasyon görülmez . Anjiosarkomdan ayrımında immunohistokimyasal boyamalardan yararlanılır. PASH’dan farklı olarak, anjiosarkom faktör VIII ve CD31’le pozitif boyanma gösterir. Anjiosarkomda hücresel atipi ve yoğun mitotik aktivite izlenirken PASH’de atipi veya mitoz izlenmez.. PASH’ın tedavisi cerrahi eksizyondur. Büyük, tekrarlayan lezyonlar için mastektomi gerekebilir. %15-22 oranında nüks bildirildiğinden olgular düzenli izlenmelidir. PASH nadir görülse de, memesinde kitle saptanan hastaların ayrıcı tanısında unutulmamalıdır. İmünohistokimyasal çalışmalarla anjiyosarkomdan ayrımının yapılması zorunlu ve tedavinin hedef noktasıdır.

Wednesday, November 16, 2022

Uluslararası Sağlık Bilimleri ve Yaşam Kongresi

Uluslararası Sağlık Bilimleri ve Yaşam Kongresi’nin altıncısını 2-5 Mart 2023 tarihleri arasında Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nde gerçekleştirileceğini duyurmaktan ve sizleri bu bilimsel toplantıya davet etmekten onur duymaktayız.

https://ihslc.mehmetakif.edu.tr/


Saturday, November 05, 2022

Semantic Scholar

https://www.semanticscholar.org/author/Mehmet-Eren-Yuksel/29654317?sort=pub-date

C-reactive protein/albumin ratio to predict perforation in appendicitis

Eur Rev Med Pharmacol Sci 2022; 26 (22): 8333-8341

DOI: 10.26355/eurrev_202211_30366

C-reactive protein/albumin ratio greater than 7.1 is a good candidate to be used as an inflammation biomarker to predict perforation in appendicitis

M.E. Yuksel, N. Ozkan, E. Avci

Intensive Care Unit, Yıldırım Beyazıt University School of Medicine, Ankara, Turkey. doctormehmeteren@yahoo.com


OBJECTIVE: We aimed at identifying novel biomarkers to predict perforation in patients with acute appendicitis.

PATIENTS AND METHODS: Medical records of patients who underwent appendectomy due to acute appendicitis were reviewed. Complete blood count and biochemistry panel results of these patients were analyzed. This study included 58 patients, 42 (72.4%) male and 16 (27.6%) female. The mean age of the patients was 33.8±14.1 years (range: 18-75). 49 (84.5%) patients had non-perforated acute appendicitis. Perforated acute appendicitis was observed in 9 (15.5%) patients.

RESULTS: Patients with perforated appendicitis had higher appendiceal diameter, C-reactive protein (CRP) level, CRP/albumin and monocyte/lymphocyte (M/L) compared to patients with non-perforated appendicitis. Moreover, patients with perforated appendicitis had lower lymphocyte count than those with no perforation. Sensitivity rates of appendiceal diameter, CRP level, CRP/Albumin and M/L for perforated appendicitis were similar (89%). However, the most specific biomarker for perforation was CRP/albumin (87.8%), followed by CRP (85.7%), M/L (63.3%) and appendiceal diameter (57.1%). Patients with CRP/albumin>7.1, CRP>32.7 mg/L, M/L>0.44 and appendiceal diameter>9.8 mm were most likely to have appendiceal perforation.

CONCLUSIONS: We suggest that CRP/albumin, CRP, M/L, appendiceal diameter and lymphocyte count can be used to predict perforation in patients with acute appendicitis. However, the most specific inflammation biomarker indicating perforated acute appendicitis is CRP/Albumin>7.1.

Free PDF Download